Geçen gün internette gezinirken son
yıllarda Türklerin çektikleri filmlerle karşılaştım. Film izlemekten müthiş
keyif alan biri olarak, çoğunu izlemiş olmanın verdiği keyifle çeşitli
düşüncelere daldım. Filmleri ilk izlediğim andaki duygularım, yanımdaki kişiler,
film öncesi & sonrası yaptığım aktiviteler… Kısacası anılarım canlandı
gözümün önünde.
Aşk filmlerine daha dikkatli
bakıyordum tabii. Neler geldi, neler geçti diyerek. Üstüne her tarz film
senaryosunda yer alan aşk hikâyeleri
canlandı gözümün önünde. Aşk, her yerde. E aşk kadınıyım ben, aşk için ölmeli;
aşk, o zaman aşk diyenlerden. İşim de aşk için, aşıklar için ve aşkla yapıyorum.
O yüzden sizinle üç popüler aşk filmi
ile ilgili naçizane fikirlerimi paylaşmak istedim.
Hemen hemen herkes tarafından bilinen
ve pek çok kişinin gözyaşlarıyla izlediği bir filmle başlayayım: Issız Adam! Aşk denilince aklımıza
gelebilecek her duyguyu yaşatıyor bize Çağan Irmak. Tutku, fedakârlık,
saçmalık, vazgeçiş, pişmanlık, mutluluk, acı… O kadar sızlatmıştı ki yüreğimi
Ada’nın o haykırışı: “Niye koştun ki o zaman peşimden bu kadar, ha? Neden yani?
Olmayacağını biliyordun, yapamayacağını bilerek... NEDEN?” Hele o Ayla Dikmen’ler yok mu? Bir aşkın, bir
acının üstünden ne kadar geçerse geçsin Ada’nın tokası misali birden çıkar
karşına ve yeniden darma duman eder her yeri. Derken daha da artar acılar,
pişmanlıklar, özlemler… Unutulmazlarım arasında bu film. İzlemeyen yoktur ya,
varsa muhakkak izlesin derim. Sulu gözlü biriysek de peçeteleri hazırlamayı
unutmayalım.
Sıradaki popüler aşk filmi ise, tabii ki İncir Reçeli. Bu da çok konuşulan, çok yazılan bir film. İsyan
şarkısında sigarayı söndüren o yağmur damlası sayesinde Halil Sezai ile tanıştık
ve ortada hiçbir şey yokken, bir şarkıyla durup dururken depresyonda hissetmemize
neden olan bir dönem yaşadık. Aslında ilk izlediğimde çok etkilendiğimi
söyleyemeyeceğim. Filmin daha çok başlarında sonunu tahmin ettirdiği için
hoşuma gitmediğini bile söyleyebilirim. Belki Duygu'nun Aids olmasının en sonda
şok etkisi yaratmasını bekliyordum. Ancak tesadüf eseri ikinci izleyişimde gözyaşlarımı
tutamadım. Aşk işte, her şeye rağmen aşk. Sana nefes olan da, nefesini kesen de;
sevinçten midende kelebekler uçurtan da, kramplar girdiren de… Aşk ölümsüzdür
bence de. Ölümlü olan bu aşk hikâyelerinin kahramanlarıdır.
Üçüncü olarak bahsetmek istediğim
aşk filmi ise Başka Dilde Aşk: “Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz acaba?” diyordu
Zeynep. Biriyle aynı dili konuşmadan sağlıklı iletişim kurmak bu kadar zorken,
çok cesur bir kararla bir aşka yelken açıyordu. Sosyal baskıları yok sayma
çabaları da cabası. Son sahnede evden çıkamayacak sanmıştım, bir şekilde Onur’un
onu fark edeceğini ve sarılacaklarını. Zeynep’in Onur’un duyamayışını
kullanarak evden gitmesi adeta bir kaçıştı benim için. İçimden “Hayır” dedim.
Neyse ki bu hayal kırıklığım çok uzun sürmeden geri geldin. İyi ki geldin, Hoş
geldin.
Daha sonra, birkaç filmle ilgili
yorumlarıma devam ederim. Şimdilik yetsin J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder